Kutlu Doğum Haftası Drucken
Geschrieben von: Erkiner   
Samstag, den 17. April 2010 um 08:09 Uhr

Engin Erkiner: Hazreti Muhammed, miladi takvime göre 20 Nisan’da (571) doğmuş ve bu nedenle de bu hafta yıllardan beri kutlu doğum haftası olarak kutlanır. Bu yılın bir başka özelliği de Kuran’ın inişinin 1400. yılı olmasıdır.

Sözü Deniz Baykal’ın gazetelerde övgülere mazhar olan Kutlu Doğum haftası’nda yaptığı konuşmaya getirmek istiyorum. Bu konuşmayı www.chp.org.tr adresinde okuyabilirsiniz.

 

 

Konuşmanın birkaç temel fikrinin olduğu söylenebilir; ne ki burada bunlardan sadece birisi üzerinde duracağım:İslamiyet adalet, kardeşlik, akıl, barış, iyi ahlak… terimleri uzatabilirsiniz, dinidir.

 

Kuran’a ve o kitabı hayatında uyguladığı iddia edilen Hazreti Muhammed’e bakılarak bu saptama öne sürülmektedir.

Burada, başka konularda da karşılaştığımız aynı değerlendirme keyfiliğini görüyoruz: Bir düşünceyi ya da teoriyi onun uygulanma tarihinden bağımsız olarak değerlendirmek… O tarihi yok sayarak, teoriyi, onu ortaya atan ya da kendisinde cisimleştiren ya da indirilmesine aracı olan kişinin söyledikleriyle ya da yazdıklarıyla değerlendirmek…

Hazreti Muhammed böyle yapmıştır, Kuran’da da böyle yazmaktadır!

Peki aradan geçen 1400 yılda ne olmuştur, bunun herhangi bir anlamı yok mudur?

İslam barış dini midir?

Hazreti Muhammed’in yaşadığı dönemde bile geniş sınırlar içinde hakim olan İslamiyetin bu konumu daha sonra da yıllarca sürer. İslamiyet insanların sözle ikna edilmesiyle değil, zorla ikna edilmesiyle yani savaşla yayılmıştır.

Kuran’da İslamiyetin bir barış dini olduğu vaaz edilebilir. Hazreti Muhammed de böyle diyebilir. Ne ki, yaşanmış tarihe bakılarak değerlendirme yapıldığında, haklı olan, bir başka İslam yorumcusu Humeyni’dir: “İslamiyet bir kan ve kılıç dinidir.”

Neden böyle olmuştur ve de olmaktadır?

Deniz Baykal açıklamasını bulmuş: Hazreti Muhammed’den sonra gelenler Kuran’ı yanlış anladılar! Bu saptama gerçekte onun buluşu değil. İslamiyet içinde yaygın bir “açıklama” ve dahası İslamiyet ile ilgisi olmayan başka teoriler için de aynı saptama yapılır. Son derece açıklayıcı(!) bir saptamadır: Bu kadar insan, bu kadar yıl boyunca ve dünyanın bu kadar geniş bir alanında yazılmış ya da indirilmiş olanı yanlış anladılar!

Böylece tarih boyunca yaşanmış olan ve kitaba uymayan her türden sapmanın nedeni de açıklanmış olur: yanlış anladılar.

Burada getirilen sözde cevap gerçekte yeni sorulara yol açar:

Neden yanlış anladılar? Neden insanların, hükümetlerin, partilerin, yöneticilerin büyük çoğunluğu aynı yönde yanlış anladılar? Neden çok sayıda insan birbirine oldukça benzeyen yanlışları yaptı da, oldukça ayrı yanlışlar yapmadı?

Bu yanlışların kökeni teoriye ya da kitaba uzanır. Orada aranmaları gerekir. Aksi durumda saçmalamak kaçınılmaz olmaktadır.

İslam konusundaki bu saptamayı, “bilimsel” olduğunu iddia eden başka teorilere de genişletebilirsiniz. Açık olan şudur: Hiçbir teori, görüş, vahiy vb. kendi tarihinden ayrı olarak ele alınamaz. Sadece yazıldığı zaman söylenenlerle sınırlı olarak değerlendirilemez. Teorinin tarihi, o teorinin ayrılmaz bir parçasıdır.