KÜRT, MÜSLÜMAN VE DEVRİMCİ (1) Drucken
Geschrieben von: Erkiner   
Samstag, den 23. Oktober 2010 um 22:37 Uhr

Engin Erkiner: Başlıkta Kürt yerine Türk, devrimci yerine de sol ya da sosyalist diyebilirsiniz, ama sorunun özü değişmez: bu ülkede yıllardan beri sola ve genel olarak özgürlük mücadelesine karşı kullanılan önemli bir silah olan İslam’a daha doğrusu İslam’ın devlet ve hükümetler tarafından dayatılan çeşidine karşı ne yapacağız? Türk solu, herkesin de bildiği gibi ateist bir soldur. Kimsenin dinine karışmama anlayışını, din ile ilgilenmeme anlayışına kadar uzatmıştır. Oysa ki, din ile ilgilenmek için dindar ya da sadece inanıyor olmak gerekmez. İslamiyet hem Türk hem de Kürt halkının kültürünün önemli bir parçasıdır ve bu kültür devlet ve hükümetler tarafından yıllardan beri değişik biçimlerde kullanılmaktadır.

Biraz eskilere gidersek…

“Camiye bomba attılar” söylemi yıllarca sosyalistlere karşı saldırı vesilesi olarak kullanılmıştır.

Camiden çıkan kalabalığın ilericilerin toplantılarını basması, derneklerini ve gazetelerini tahrip etmesi bir dönem sıradan olay denilebilecek kadar yaygınlaşmıştı.

Ocak 1969’da İstanbul Taksim Meydanı’nda 6. Filo’ya karşı yürüyüş düzenleyen devrimci gençlere saldıranlar –güçlü bir dini kökene sahip olan- Komünizmle Mücadele Dernekleri üyeleriydi. Fettullah Gülen o yıllarda bu hareketin başkanıydı.

Türk ordusunun PKK’ye karşı savaşta “bunlar Allahsız kitapsızdır” içerikli bildiriler dağıttığını okuyucu hatırlayacaktır.

Türkiye Hizbullah’ının çok sayıda Kürt aydını ve aktivistini öldürdüğünü de eklemek gerekir.

Önceki hükümetlere göre daha İslamcı olan ve günlük yaşamın da daha fazla İslamlaştırılması gerektiğini savunan –ve bunu da değişik biçimlerde uygulayan- AKP iktidarında, dinin, özellikle Kürt özgürlük hareketine karşı kullanılmasında yeni bir aşamaya geçiliyor.

Aşama hem yenidir hem de Cumhuriyet’in kurulduğu yıllardan beri uygulanan politikanın yeni koşullardaki devamıdır.

Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri Kürt halkı arasında tarikatçılığın her çeşidini desteklemişlerdir. Burada amaç, dini duyguların olabildiğince güçlü tutulmasıyla ulusal bilincin uyanmasının engellenmesi ya da geciktirilmesidir.

Resmi İslamiyet, şimdiki durumda, Kürt ve Türk halklarının demokratik haklar temelinde birlikteliğini değil, dini temelde birlikteliğini sağlamayı amaçlamaktadır.

Bunun da pratikteki görünümü, “hepimiz Müslümanız” vurgusu olacaktır.

Türk milliyetçiliği temelinde sağlanması artık mümkün olmayan bu “resmi birliktelik”, bu kez, milliyetçilikle bezenmiş resmi İslam temelinde sağlanmaya çalışılacaktır.

Benzer bir durum –farklı oranda da olsa- bütün ülke için söz konusudur. Milliyetçiliğe yapılan vurgunun biraz azaltılması ve bunun yerinin cemaatçilikle doldurulması söz konusudur.

Türk toplumunu birlikte tutan bağların gevşemesi, Cumhuriyet’in temel paradigması olan “milli birlik ve bütünlük”ün zayıflaması, cemaatçilikle takviye edilecektir.

 

BU GELİŞMEYE KARŞI NE YAPILABİLİR?

Tehlikeye işaret etmekle yetinmenin ve dahası “din devletine gidiyoruz” feryatlarını yükseltmenin fazla anlamı bulunmuyor. Tehlikeyi görmek, ona karşı gerekenin yapılabilmesi anlamına gelmez.

Öncelikle bir konuda açık olmak gerekir: Türkiye ve İran tarihsel ve toplumsal yapı bakımından birbirinden oldukça farklı ülkelerdir. Türkiye’nin İran olması söz konusu değildir.

Bizde söz konusu olan, din devleti kurulması değil, günlük yaşamın daha fazla dinselleştirilmesi ve resmi İslam’ın işçi hareketinden özgürlükçü Kürt hareketine kadar, toplumu ileriye doğru değiştirmek isteyenlere karşı baskı unsuru olarak kullanılmasıdır.

Buna karşı ne yapılacaktır, soru budur!

Tehlikeyi görmek, ona karşı olmak, ama neyin nasıl yapılabileceği konusunda da yeterince açık olmamak, büyük oranda hareketsiz kalmayı da birlikte getirir.

Bu ülkenin sol güçleri, BDP de defalarca belirtildiği gibi sol bir güçtür, kendi İslamlarını oluşturmaya yönelmelidirler.

“Kendi İslamını oluşturmak” bize yabancı bir belirlemedir ve İslam coğrafyasındaki sol güçlerin sonuçsuz kalmış bazı girişimleri dışında örneklere de sahip değildir.

Benzeri örnekleri, iki din arasındaki farklılıkları da unutmamak koşuluyla- Hıristiyan coğrafyasında görmek mümkündür.

Kurtuluş Teolojisi olarak da adlandırılan akım, Hıristiyanlıkla sosyalizmi birleştirir ve 1968’de Latin Amerika’da ortaya çıkar. Bu yıllarda çok sayıda ülkeye yayılmış olan gerilla savaşlarına –sınırlı oranda da olsa- papazlar da katılır.

Resmi Hıristiyanlık –Papalık ya da Vatikan- bu akıma karşı şiddetli bir savaş açar.

Kurtuluş Teolojisi gelişememiş olmakla birlikte bölgedeki etkisini de kaybetmemiştir.

Buradan hemen şu sonuç çıkarılabilir:

Hıristiyanlık gibi İslam da fazlasıyla genel bir belirlemedir. Hangi Hıristiyanlık ya da hangi İslam sorularının sorulması gerekir.

Tıpkı Hıristiyanlıkta olduğu gibi İslam’da da mücadele edilmesi gereken İslam vardır, birlikte yürünebilecek özelliklere sahip İslam vardır.

Bu ülkede solun önemli eksikliklerinden bir tanesi, Müslüman devrimci’nin ortaya çıkmamış olmasıdır.

Yıllarca bu iki kelime, yan yana getirilmesi mümkün olmayan, birbirini dışlayan kelimeler olarak düşünülmüştür.

Son yıllarda bunun tersini düşünenler ise, konuya faydacılık ya da günlük gelişmelere göre şekillenen temelde yaklaşmanın ötesine geçemediler.

“Yetmez ama evet”çilerin “Müslüman demokrat”larının Müslüman oldukları açık, ama sürekli olarak yeniden gördüğümüz gibi, demokratlıkla ilgileri bulunmuyor.

Günlük politika temelinde şekillenmiş bir başka temelsiz yaklaşım Filistin’deki Hamas’a karşı gösterilir. Din devletini amaçladığını kuruluş belgesinde açıkça ifade etmiş olan Hamas, ilerici bir güç olarak değerlendirilir.

Emperyalizme ve onun bölgedeki temsilcisi İsrail’e karşı savaşmak ilericilik için yeterli olsaydı, neredeyse on yıldır NATO’ya karşı savaşan Taliban’ın da aynı kategoride değerlendirilmesi gerekirdi.

Müslüman ve sol bir güç kendiliğinden ortaya çıkmaz.

Müslüman bir sol, mevcut olan solun Müslümanlaşmasıyla da oluşmaz.

Solun, kendi değerleriyle uyumlu, en azından bunlara ters olmayan bir İslam’ın ortaya çıkması için çaba göstermesi gerekir.

Bunun nasıl hayata geçirilebileceğini gelecek yazıda ele almaya çalışacağım.