SURİYE VE 12 EYLÜL "DEMOKRASİSİ" Drucken
Geschrieben von: Erkiner   
Samstag, den 26. März 2011 um 09:11 Uhr

Engin Erkiner: Tunus ve Mısır’daki halk ayaklanmalarından sonra Suriye’de de gösteri çağrısı yapılmış ancak gizli servis Muhabarat’ın yoğun baskıları ve büyük tutuklamalar sonucu gösteri gerçekleşememişti.

Devlet Başkanı Beşar Esad, “ne olur ne olmaz” düşüncesiyle yiyecek fiyatlarını ucuzlatmış ve maaşları da artırmıştı.

Suudi Arabistan ve Ürdün yönetimleri de benzeri “para dağıtma” yöntemine başvurmuşlardı.

 Suriye’de halkı satın alma yönteminin tutmadığı anlaşılıyor.

Gösteriler hızla değişik kentlere yayılıyor.

 

 

 

 

            Suriye’de artan oranda halk ayaklanması özelliği göstermeye başlayan olayların öteki Arap ülkelerindeki olaylarla benzeyen ve ayrılan yanları nelerdir?

            Arap ülkelerindeki halk ayaklanmalarının en büyük bileşenini gençler oluşturuyor. Bu ülkelerde genç nüfus fazladır ve büyük oranda işsizdir. Kalifiye işsiz sayısı da az değildir. Tunus’taki ayaklanmanın yüksek okul mezunu bir gencin seyyar satıcılık bile yapmasına izin verilmemesi üzerine kendini yakmasıyla başladığını hatırlayalım.

            Suriye’de de gençler rejime karşı yapılan gösterilere katılanların büyük bölümünü oluşturuyor.

            İkinci benzerlik, rüşvet ve yolsuzluğun büyük boyutlara ulaşmış olmasıdır.

            Suriye’deki göstericilerin taleplerinden bir tanesi, rüşvet ve yolsuzlukların önlenmesidir.

            Tunus ve Mısır’da olduğu gibi Suriye’de de yönetici kesimin yolsuzluklarla oluşturulmuş büyük bir serveti bulunuyor.

            Suriye’nin ve dolayısıyla da bu ülkede isyan boyutuna ulaşmaya başlayan halk hareketinin öteki Arap ülkelerinden ayrı yanları daha fazladır.

            Birincisi: Tunus ve Mısır’da önemli eksiklikler taşımakla birlikte işleyen parlamenter bir sistem vardır. Suriye’de bu kadarı bile yoktur.

            Baas partisi ülkedeki politik yaşamın tek egemenidir. Herhangi bir muhalefete izin yoktur. Devlet başkanlığı da babadan oğla geçmektedir. Hafız Esad’ın yerini oğlu Beşar Esad almıştır.

            Tunus ve Mısır’da bu denli keyfi ve baskıcı bir yönetim yoktu.

            İkincisi: Suriye, “tek adam” ve “tek parti”nin belirleyici özellikleriyle daha çok Libya’ya benziyor.

            Libya’da Kaddafi, Suriye’de ise Esad sülalesi ülkenin zenginliklerini paylaşmıştır.

            Bu durum göstericilere karşı alınan tavırda da kendini gösteriyor.

            Tunus ve Mısır’da da güvenlik güçleriyle göstericiler arasında çatışmalar ve bu arada ölenler olmuştu, ama iki ülkede de halkın üzerine kitlesel katliam amacıyla doğrudan ateş açılmamıştı. 

            Libya ve Suriye’de ise tersi söz konusudur.

            Ülkede iktidarı elinde bulunan klik darlaştıkça, göstericilere uygulanan şiddet de artmaktadır.

            Suriye’de Esad yönetimi bilinen politikayı uyguluyor: Tutukla ve öldür, yeterli olmazsa reform yapılacağını açıkla ve zaman kazan…

            Suriye’de gösterilerin yayılması halkın artık klasikleşmiş olan bu yöntemi yutmadığını gösteriyor.

            Üçüncüsü: Suriye de, tıpkı Libya gibi yakın geçmişinde yaman bir anti-emperyalistti!

            Filistin Kurtuluş Hareketi’ni destekler, ama Tel El Zaatar kampını basarak çok sayıda Filistinliyi öldürmekten de geri kalmazdı.

            Filistin hareketini bölmek için kendisine bağlı El Saika adlı örgütü de kurmuştu.

            Suriye yönetimi Filistin örgütlerini –kendisine yakın olmaları koşuluyla- her zaman desteklemiştir.

            Kaddafi yönetimi çok sayıda uluslararası tekelle anlaşma yaparken, doğal kaynakları Libya kadar zengin olmayan Suriye daha örtülü bir yol denemiştir.

            ABD’nin Taliban ve El Kaide’ye karşı kullandığı işkence uçaklarını duymuşsunuzdur.

            Gözaltına alınan kişilerin bir bölümü bu uçaklara bindirilir ve havada işkenceli sorguya çekilirler. Uçak ABD topraklarına uğramadığı için, ABD yasaları da böylece çiğnenmemiş olur!

            Bir başka yöntem ise, işkenceyle sorgulanacak tutukluları değişik ülkelere dağıtmaktır.

            Bu ülkeler, CIA ajanlarıyla birlikte bu tutukluları her türlü işkenceyi yaparak sorgularlar.

            İşkence ABD’nin dışında yapıldığı için, insan hakları da bu ülke içinde çiğnenmemiş olur!

            CIA’nın işkenceli sorgular için işbirliği yaptığı ülkelerden birisinin Suriye olduğu geçmişte ortaya çıkmıştı.

            Esad yönetimi için anti emperyalizm, içi boşaltılmış bir kavram olmanın ötesinde, halkın dikkatini içerdeki sorunlardan uzaklaştırmak için de kullanılmıştır.

            Ülke içinde baskı ve yoksulluk had safhadadır, ama dışarıda sözde anti emperyalist tutum alınmaktadır!

            Nasıl oluyorsa artık…

            Dördüncüsü: Suriye’nin başka hiçbir ülkeye benzemeyen özelliklerinden bir tanesi, bölgesel ittifaklarıdır.

            Suriye, Ortadoğu’da İran’ın tek dostudur.

            Suriye, başka ülkelerde kendisine bağlı örgütler kurarak ya da var olan örgütleri destekleyerek etkinliğini artırmaya çalışan bir ülkedir.

            Bu örgütlerden en bilinen iki tanesi Lübnan’da Hizbullah ve Filistin’de Hamas’tır.

            Bu özelliği nedeniyle Suriye sadece Suriye değildir ve bu nedenle de ülkedeki muhtemel bir iktidar değişikliği bölgesel çapta sonuçlara yol açacaktır.

            Suriye’nin ikinci ayırıcı özelliği ülkede yaklaşık 1,2 Milyon Kürdün yaşıyor olmasıdır.

            Kürtlerin yaklaşık 300 bin kadarının kimliği yoktur, vatandaş sayılmamaktadır. Yıllardan beri artan oranda baskı altındadırlar.

            Çok sayıda Kürt aktivisti ve insan hakları savunucusu hapishanededir.

            Yükselen halk hareketinin Kürt muhalefetiyle birleşmesi durumunda rejimin sonu çabuk gelecektir.

 

            12 EYLÜL “DEMOKRASİSİ” VE SURİYE

            Suriye’deki rejimin gerçek özelliklerini başka hiçbir şey aşağıdaki olay kadar açık olarak ortaya koyamaz.

            1981 yılı Şubat ayında Lazkiye’de Suriye Komünist Partisi’nin Hafız Esad iktidarıyla arası iyi olmayan muhalif kesiminden bir kişiyle İngilizce olarak konuşuyordum. Bana 12 Eylül Türkiye’sinde bile demokrasi olduğunu söyleyince şaşırmış ve itiraz etmiştim.

            Cevap olarak şöyle demişti:

            “Sizde mahkeme var, değil mi?”

            “Sıkıyönetim mahkemeleri var. Keyfi karar veriyorlar.”

            “Öyle bile olsa mahkeme var. Bizde bu bile yok.”

            “Nasıl yani?”

            “Sizde baskı rejiminde bile ceza alan ne zaman tahliye olacağını bilir. Bizde ise tahliye yukarıdakinin keyfine bağlıdır.”

            Ardından yine sormuştu:

            “Sizde avukat var, değil mi?”

            “Var ama büyük kısıtlamalar altında çalışıyorlar. Mahkemeler savunma hakkını sürekli çiğniyorlar.”

            “Bizde siyasi davalara giren avukat yoktur, sizde ise var.”

            “Suriye’de neden yok?”

            “Avukatı da örgüt üyesi diye hapse atıyorlar, ondan yok.”

            Bu açıklamalardan sonra konuşacak söz bulamadığımı hatırlıyorum.

            Evet, 12 Eylül Türkiye’sinde bile Suriye’ye göre “demokrasi” vardı.

            Bu sırada öğrendiğim bir olay bu kanımı güçlendirdi.

            Kısa süre önce Müslüman kardeşler örgütü Hafız Esad’a başarısız bir suikast yapmıştı.

            Genelkurmay Başkanı ve Hafız Esad’ın kardeşi olan Rıfat Esad, bunun üzerine, adamlarıyla birlikte Müslüman Kardeşler’den tutukluların bulunduğu bir cezaevini basmış ve çok sayıda kişiyi öldürmüştü.

            Adamın anlatmak istediği gayet açıktı: Ne kanunu, burada kanun benim!

            Türkiye, bu kadarını, 12 Eylül döneminde bile yaşamamıştı.

            Bu uygulamalar geçmişte kalmadı. Suriye’de Kürt halkının durumu örnektir.

            Ülkede doğup büyümüş ve halen de o ülkede yaşayan insanların bir bölümünü, rejime karşı tehdit oluşturdukları için vatandaşlıktan çıkarmak, 12 Eylül yönetiminin bile aklına gelmemişti.

            Suriyelilerin Türkiye’yi neden Batı demokrasisi gibi gördüklerini bu örnek yeterince açıklıyor.

            Türkiye, “Batı demokrasisi” ise, Suriye’de durumun ne kadar kötü olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerektir.

            Suriye bölge gericiliğinin kalelerinden bir tanesidir ve artık sallanmaktadır.