catismasizlik sureci PDF Drucken E-Mail
Geschrieben von: Erkiner   
Montag, den 01. Juni 2009 um 22:00 Uhr

Engin ErkinerKCK tarafından yapılan bir açıklama ile  

çatışmasızlık süreci bir buçuk ay daha uzatıldı. İsim kendi başına yeterince açıklayıcı değil. Ne demektir çatışmasızlık süreci? KCK, ordu birliklerine, polise ve hükümet kurumlarına karşı saldırı düzenlemeyecek, ancak üzerine gelindiğinde kendisini savunacaktır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin operasyonlarına aralıksız devam ettiği dikkate alınırsa, çatışmasızlık sürecinin gerçekte “düşük yoğunluklu bir çatışma” süreci olacağı ve bunun da her an sertleşme ihtimalini bünyesinde taşıyacağı söylenebilir. 

“Kendini savunmak” geniş kapsamlı bir belirlemedir. Diyelim ki bir dağda iseniz, karşı tarafın askeri birlikleriyle dağın eteğine kadar gelmesini ya da havadan indirme yapmasını bekleyemezsiniz. Bu kadar bekledikten sonra harekete geçmek, kaybetmeyi baştan kabullenmek demektir. Karşı tarafın operasyonu az çok uzaktaki belirli bir noktadan itibaren karşılanmak zorundadır. Bu durum, operasyonlar sürdüğü sürece çatışmanın da kaçınılmaz olduğunu gösteriyor.  

TARTIŞMA VE ÇÖZÜM İHTİMALİ

Kürt sorunu eskiden olmadığı kadar geniş bir zeminde tartışılıyor ve bu durum “çözüm” ihtimalinin yakınlaştığı bağlamında yorumlanabiliyor. Her şeyden önce genel geçer sözlerin fazla anlam taşımadığına dikkat edilmesi gerekir. Herkesin kafasında bir “çözüm” var, ama nasıl bir çözüm?Kimilerine göre “Sri Lanka türü çözüm” olabilir, kimilerine göre ise “ellerini kaldırıp teslim olmak ve Türk adaletine sığınmak” en iyi çözümdür. Bir başka kesim, “Kürtçe ve DEP üzerindeki baskının hafifletilmesi”ni çözüm olarak görebilir.

Devlet ve hükümette hakim olan görüş, söylenilene değil de yapılana bakılacaksa eğer, “teslim olun, adalete sığının” kapsamındadır. Bu görüş yıllardan beri değişmemiştir. Değişen ve bu değişimin yanlış değerlendirilmesi sonucu yanılgılara yol açan, bu hedefe ulaşma yollarıdır. Kimi tavizler verilir, DEP ile PKK’nin ilişkisi kopartılmaya çalışılır, DEP bölünmeye çalışılır, Kuzey Irak’taki özerk yönetim PKK’ye karşı kışkırtılır… Politikalar değişir ama hedef aynıdır: Karşı tarafı zayıflatmak ve teslim olmaya zorlamak.

Bunun hayal olduğu söylenebilir ve doğrudur da… PKK, kendi geleceği konusundaki önemli kararları sadece birkaç kişiyle ya da bir kurumla alamayacak kadar büyük ve karmaşık bir örgütlenmeye sahiptir. Dünyanın çok sayıda ülkesinde örgütlü ve kitlesel olan, birbiriyle ilişki içinde hareket eden, adı olmayan bir çeşit “dünya devleti” karşısındayız. Bu “devleti” inceleyebilecek bir politik bilimci ya da sosyolog bugüne kadar ne yazık ki çıkmadı.  

“Kürt sorunu” sadece Türkiye bağlamında ele alınsa bile, uzun süreden beri bölgesel bir sorun olmaktan çıkmıştır. 25 yıldır süren savaş ve esas olarak bu savaş sonucu bölgeden ülkenin büyük kentlerine yaşanan göç, Kürt halkının ülke çapında dağılmasına yol açtı. “Kürt sorunu” Türkiye’de artık “Kuzey Batı Kürdistan sorunu” olmanın ötesine geçmiştir. 20 yıl önce bu bölgede yapılacak düzenlemeler “Kürt sorunu” için çözümleyici olabilirdi, artık değildir.“Kürtçenin eğitim dili olması”, “yerel yönetimlere özerklik verilmesi” gibi önlemler sadece Kuzey Batı Kürdistan ile sınırlı kalamaz. İstanbul, İzmir, Antalya, Mersin gibi büyük Kürt kentlerini dışlayan bir çözüm düşünülemez. 20 yıl önce böyle bir durum söz konusu değildi.  

PKK’nin “ayrı bir devlet” istememesi bu bağlamda değerlendirilmelidir. Bu hedef değişikliği kimilerinin sandığı ya da göstermeye çalıştığı gibi “taktik bir değişiklik” değildir. Kürt halkına “ihanet” hiç değildir. Devletin ve hükümetin değişikliği bu temellerde açıklamaya çalışması anlaşılabilir. Türkiye devrimci hareketi de genellikle olayların 20-25 yıl gerisinden geldiği için, durumu anlayabilmek açısından daha zamana ihtiyacı vardır. PKK’nin her söylediğini destekleyenlerin bir bölümünün de yaşanılan değişimi anlayabildiği söylenemez.   

KÜRT MODERNLEŞMESİ

PKK bir köylü hareketinden şehirli bir harekete doğru evrimleşmektedir. Bu evrim bitmedi, daha zaman alır ama geriye dönebileceği noktayı da çoktan arkada bırakmış durumdadır. Kürt halkının ülke çapında yayılması ve kentleşmesi bu evrimin itici gücü oldu. Kentliliğin ve hele de büyük kentliliğin kırsal alanda akla bile gelmeyecek büyük olanaklarının yanında büyük sorunları da vardır. Bunları anlamak ve çözümlerinin aktif bir parçası olmak en başta farklı bir eğitim düzeyini ve kültürü gerektirir. Her değişim aynı zamanda yapı içinde direniş demektir ve kentli kadronun yolunu açabilmek için epeyce mücadele vermesi gerekir. Sadece dışarıda değil, içerde de mücadele vermesi gerekir.  

Kentlilik aynı ülke içinde haklarına sahip olarak birlikte yaşamak yönelimini güçlendirir. Türkiye, sahip olduğu ve kimisi ağır düzeyde olan bütün eksiklik ve aksaklıklara karşın, Irak ve Suriye’ye göre oldukça gelişmiş bir ülkedir. Kürt halkının ekonomik ve toplumsal olarak daha gelişmiş olan yerde kalmak istemesi, en başta kendi açısından normal değil midir? 

Gelişen bir kadın örgütlenmesinin neden Kuzey Irak’taki özerk Kürt yönetiminde değil de, önce PKK içinde daha sonra da DEP bünyesinde ortaya çıktığı, bu açıdan aydınlatıcı bir sorudur. Evet, Abdullah Öcalan’ın bu konuda önemli çabaları oldu, ama eğer az çok verimli bir zemin olmasaydı, bu çaba önemli bir sonuç alamazdı.  Türkiye’de kapitalizmin –dışa bağımlı ve çarpık da olsa- komşularına göre daha fazla gelişmiş olması, kadın özgürlüğü ve örgütlenmesi için verimli bir zemin oluşturur. Ek olarak, Türk modernleşmesinin önemli bileşenlerinden bir tanesi de, en azından büyük kentlerdeki kadınların özgürleşmesidir. Bu modernleşmenin özelliklerine uygun olarak kadın özgürleşmesi de eksik ve çarpık olmuştur, ama hiç olmamıştır da denilemez.  

Bu açıdan bakıldığında, PKK sadece devrimci ve ulusal kurtuluşçu değil, aynı zamanda modernleşme bileşeni olan bir harekettir. PKK’nin Türk soluna, Türk solunun kendisine verdiği değerden daha fazla değer vermesinin nedeni de buradadır. Çarpık da olsa modernleşmiş bir ülkenin sol hareketi… O modernleşme içinde kaybolmuştur, o da başka bir konu…  

PKK ile Türk solunun değişik bileşenleri arasında şu veya bu oranda varolan işbirliğini, “sosyalistlerin ulusal kurtuluşçularla ittifakı” olarak görmek, yaşanılandan pek bir şey anlamamış olmak demektir. Yaşanılanı analiz etmek yerine, olup bitenin önce “kitaptaki yerini” aramak ve ondan sonra anlamaya çalışmanın başka bir sonuç vermesi de beklenemezdi.  

“Biz şu ya da bu teoriye tam olarak uymayız, çünkü kendimiz bir teoriyiz.” Bu, daha önce görülmemiş yeni bir durum değil… 20. yüzyılda “kendileri teori” olan hareketler başarılı olmuşlar ya da başarıya yaklaşmışlardı. “Kendisi teori olmak”, teoriye katkı getirmek anlamındadır… 

Yukarda söylenenlerin ışığında, çatışmasızlık ya da düşük yoğunluklu çatışma sürecinin, buna bağlı olarak bazen ileriye bazen geriye giden “çözüm”ün Kürtler açısından oldukça karmaşık bir süreç olduğu söylenilebilir.Aynı süreç Türkiye Cumhuriyeti devleti, hükümeti ve halkı açısından da oldukça karmaşıktır.

Sonraki yazıda bu konu üzerinde durmaya çalışayım…

Zuletzt aktualisiert am Montag, den 01. Juni 2009 um 22:05 Uhr