LISE MEITNER: FİZİK İÇİN BİR HAYAT PDF Drucken E-Mail
Geschrieben von: Erkiner   
Donnerstag, den 19. Dezember 2024 um 20:29 Uhr

Engin Erkiner: Kitabı rastlantı sonucu gördüm ve kütüphaneden aldım. Başlık hoşuma gitti: fizik için bir hayat. Kadın Avusturyalı, Viyana’da 1878’de doğuyor. 1968’de yani 90 yaşında ölüyor. Atom çekirdeğinin parçalanmasındaki katkısıyla biliniyor. Kendisi değil de yıllarca birlikte çalıştığı Otto Hahn Nobel ödülü alıyor. Elimdeki kitabın yazarı bir kadın ve feminist bakış açısından Meitner’in çekirdek fiziği –Kernphysik- konusundaki katkılarını açıklamaya çalışıyor.

Kadın Yahudi kökenli gerçi Yahudilikle pek ilgisi bulunmuyor ama 1938’de Nazilerden kaçarak sürgüne gitmesi için yeterli nedendir.

Evlenmiyor ve hiç kimseyle de gerçek bir duygusal ilişki yaşamıyor. Hayatını sadece fizik dolduruyor.

20. yüzyılın ilk yıllarında dünyanın bilim merkezi Berlin’dir. Burada üniversiteye gidiyor. Max Planck ve Ludwig Boltzmann ‘la tanışıyor. İkincisinden ders alıyor. Bu büyük bir şanstır. Deneysel nükleer fizikte isim yapıyor. Einstein kendisi için “bizim madam Curie” dermiş.

Curie eşiyle birlikte radyoaktiviteyi bulan kişidir. Nobel ödülleri tarihinde hem fizik hem kimyada ödül kazanmış tek kişidir.

Kitabın adı hoşuma gitti: fizik için bir hayat.

17 yaşında üniversiteye girdiğimde ben de hayatımı kimyaya vermeyi düşünüyordum. Olmaması için neden yoktu. Hazırlık Okulu’ndan sonra birinci sınıfta iyi talebeydim. Sosyal konulara yönelik ilgim de vardı. Ankara Sinematek Kulübü’nde Potemkin Zırhlısı, Sıradan Faşizm (bu filmin önemli bölümü Hitler için yapılmış önemli filmden –Triumph des Willens- önemli bölümler içerir), Umut gibi filmleri izledim. Edebiyata da ilgim bulunmakla birlikte sosyal konulurda çıkan her yeni kitabı alıp okurdum. Nietzsche’nin Zerdüşt Böyle Dedi hayatımı değiştiren kitaptır diyebilirim. Ardından Herbert Marcuse’ün Tek Boyutlu İnsan’ını okudum. Freud’un Cinsiyet ve Psikanaliz derken çok sayıda alana yayılmıştım diyebilirim.

Ne yapayım ki 1968 kuşağına dahildim ve ülkenin en politik okullarından –ODTÜ- birisinde okuyordum.

Mayıs 1970’te Sosyalist Fikir Kulübü üyesi oldum ve gerisi de hızla geldi.

Bazı insanlara sorulur: dünyaya bir daha gelseydiniz ne yapardınız, diye.

Hayatımı kimyaya verip yaşamak isterdim.

Fizik –özellikle modern fizik-, kimya ve matematiği seviyordum hala da severim.

Simyacıları da çok severdim. Kimya öncesi kimya denilebilir… Bütün hayatlarını bakırı altın yapmaya adamış insanlar…

Yıllar sonra anlaşıldı ki, bakır gerçekten de altın yapılabilir. Bunun için atom çekirdeğindeki proton ve nötron sayısını değiştirmek gerekiyor ama bu o kadar pahalıdır ki piyasadan altın almak daha ucuza gelir.

Her durumda doğa bilimleri eğitimi sonraki hayatımda yararlı oldu.

Doğa bilimlerinde kutsal teori yoktur. Her eski teorinin yerini daha iyi başkası alabilir. Einstein’a karşı Newton’u savunamazsınız. Teorik geçerliliğin açık kriterleri vardır.

Sosyal bilimlerde bu kadar açık kriterler bulunmamakla birlikte doğa bilimlerindeki objektiflik anlayışı sosyal bilimlerle ilgili çalışmalarda bana yardımcı oldu.

Aklıma sürekli olarak 1975’te Türkiye Devriminin Acil Sorunları’nı yazmayı bitirdiğimde karşılaştığım soru gelir. Demiştim ki, Mahir Çayan’daki emperyalizmin bunalım dönemleri tahlili eksiktir, tamamlanması gerekir. “Nasıl böyle bir şey söyleyebilirsin?” diye sormuşlardı. Mahir Çayan’da eksik kalan; böyle bir şey olamaz!

Sosyal bilimlerden geliyor olsaydım, belki ben de böyle düşünürdüm; en azından başlangıçta. Doğa bilimlerinde ise hiçbir isim kutsal değildir. Büyük olabilir, büyüklüğü takdir edilir ama eksiklik görüldüğünde de tamamlanır.

Doğa bilimlerinin hiçbir dalındaki teorilerde son yoktur. Yeni teoriler eskiyi sınırlandırabilir. Einstein bu anlamda Newton fiziğinin sınırlarını göstermişti.

Werner Heisenberg atom altı parçacıklar için bu sınırı başka yönden gösterecekti.

Modern fizik tarihini ve bu alanın büyük insanlarının hayatlarını okumayı severim.

Max Planck fizikçi olmak istiyor ama ailesi ve yakınları karşı çıkıyorlar. Hukuk okumasını istiyorlar. Deniliyor ki, “fizik okuyup ne yapacaksın? Fizikte bulunabilecek yeni bir şey kalmadı. Bu alanın sonuna gelindi.”

Planck yine de fizik okur ve 1900’de sonraki yıllardaki Einstein’ın görelilik kuramının, Heisenberg’in parçacık mekaniğinin, fiziğin bu yeni iki dalının temelini oluşturacak buluşu yapar: enerji süreklilik içinde değil, paketler halinde yayılır.

Çok sayıda deneyin yorumlanmasından çıkarılan bu buluş olmasaydı, fizikte iki büyük yeni alan açılmazdı.

Planck ve Heisenberg politik insanlar değildirler. Nazilerle iyi geçinirler.

Einstein Yahudi olmasaydı belki o da iyi geçinirdi.

Kitabın adı hoşuma gitti: Ein Leben für die Physik (Fizik İçin Bir Hayat).