Engin Erkiner: Teslim Töre’nin mücadele tarihini anlatmayacağım. Bilinenleri tekrarlamanın gereği bulunmuyor. Tekrarı sevmiyorum; anlatacağınız yeni bir şey yoksa yazmayın daha iyidir.
1982’de politik örgüt olmak özelliğini kaybetmiş, Suriye gizli servisi Muhabarat’ın uzantısı durumuna gelmiş Acilciler’den ayrılarak TKEP’e geçtim. Artık aramızda bulunmayan Yaşar Özkan ile tartışarak bu karara varmıştık. Bu yazıda 1982-1983’ü anlatacağım. Daha önce anlatılmamışlardır.
Bırakalım Türkiye’yi, bir yıl içinde Avrupa’da tanınan bir isim durumuna gelmiştim. Bunu sağlayan da Paris’teki ev işgalleriydi. Türkçe ve Fransızca basından Fransız televizyonuna kadar eylem her yerde kendine yer bulmuştu. Ek olarak ev işgallerini konu alan dört sayfalık büyük boy bir özel sayı hazırlamıştık. Bunu Suriye’ye de gönderdim ve oradaki arkadaşlar dağıttılar. 12 Eylül 1980’den sonra yapılan büyük eylemlerden birisiydi, ülke dışında yapılmış olmasına karşın böyleydi.
Bu eylemden sekiz ay sonra grup olarak TKEP’e geçtik. Suriye’de de benzer ayrılık vardı ama bu arkadaşlarla önceden bağlantımız yoktu. Yaşanılan rezaleti onlar da görmüşler ve ayrılmaya karar vermişlerdi. Tek fonksiyonum onları TKEP’e yönlendirmek oldu. Kaç tanesi aynı yolu izlerdi, kendi bilecekleri işti.
Bu sırada Suriye’de ayrılanlar arasında bulunan ve önemli bir isim olan Müntecep Kesici hazırlanmış bir provokasyonla öldürülecekti. Bu cinayet 12 Eylül sonrasında ülke dışındaki ilk sol içi cinayetti.
Aynı günlerde ortalıkta bir söz dolaşmaya başladı: TKEP beni almayacaktı…
Hiç aldırmadım. Sürekli birlikten söz eden bir parti beni nasıl almayacaktı, doğrusu merak ediyordum.
Bu arada partinin Avrupa ülkelerindeki tabanı da bana güvence veriyorlardı: böyle bir şey olamaz, olursa tabanda ciddi sıkıntı çıkar.
Endişem yoktu.
Teslim Töre işini biliyor tabii… Mihrac tarafından kendisine yöneltilen talebi reddediyor. Altı ay önce bir numaralı elemanınızdı, Paris’teki eylemi anlatan yayını gururla dağıtıyordunuz; ne oldu böyle?
Sonradan öğrendim; Avrupa ülkelerindeki parti yandaşlarından hakkımda rapor istemiş. Özellikle Paris’tekiler beni göklere çıkarmışlar.
Ayrıldığım tarafın yaşadığı paniği anlıyordum. Çok sayıda insan ayrılmak için hazır bekliyordu. Benimle davranırlar veya davranmazlardı ama ayrılacaklardı.
Yıllar sonra, Teslim’in ölümünden sonra bir şey duydum ve canım sıkıldı.
Miro Suriye’de asıp kesiyormuş, şöyle yaparız böyle yaparız diye…
Bir arkadaşa anlattığına göre Teslim, Miro’nun yakasına sarılmış ve “Avrupa’da bile olsa Engin’e bir şey olursa aramıza kan girer, bilmiş ol” demiş.
Şundan canım sıkıldı; buna hiç gerek yoktu.
Bana haber gönderirsin, durum budur diye; Avrupa’dakileri ben hallederim.
En geç bir ay sonra feryat etmeye başlamazlarsa ben de ne olayım!
Almanya’daki Acilcilerle aramız iyiydi, efendi insanlardı, sorun çıkması için neden yoktu.
Paris’tekilere haber gönderirdim. Kemal Bayram’a özellikle… Böyle şeyler duyuyoruz. Umarız aslı yoktur. Aslı varsa ayağınızı denk alsanız iyi olur!
Aslı yoktu aslında, bu laflar da Paris’tekilerden çıkmamıştır…
Başkaları da ayrılmasın diye onları korkutmak için Miro’nun yaptığı gevezeliklerdi.
Herifin hayatı palavradır ve Teslim de bunu bilirdi. Neden böyle yaptı, anlamadım.
1983’te Almanya’dan İtalya’ya ve oradan feribotla Lazkiye üzerinden Şam’a geldim. Satılması için araba getirmiştik. Teslim’le epeyce konuştuk. Büyük merakla sorduğu soru şuydu: Orada bazı insanlarımız var, bunları Türkiye’den tanıyoruz. Ama siz yeni insanlar örgütlüyorsunuz, bu nasıl oluyor?
O yıllarda Suriye’de kalan insanlarda büyük bir Avrupa korkusu vardı. Herkesin ağzında “Avrupa insanı yozlaştırır” belirlemesi vardı. Bunun bilinmeyen bir bölgeden çekinmek olduğunu anlıyordum. Nitekim İsrail’in Lübnan’a saldırısı sonrası bu insanların büyük bölümü Fransa başta olmak üzere Avrupa ülkelerine gelecekti.
Nasıl anlatacağımı bilemedim.
İnsanın olduğu her yerde örgütlenme de yapılır, sadece nasıl çalışılacağını bilmek gerekir.
Avrupa ülkelerindeki Türkiyeli devrimcilerin büyük sorunu da buydu: ne yapacaklarını bilmiyorlar ve bütün faaliyetlerini faşist cuntanın teşhiriyle sınırlandırıyorlardı.
Çoğunluğu Batı Almanya’da olmak üzere Avrupa ülkelerinde yıllardan beri yaşayan ve çalışan en az iki milyon insan vardı.
Almanya’ya geldikten iki ay sonra partinin bölgesel yayın organı Emek yayına başladı. İki arkadaş da Direniş adıyla bir kültür-sanat dergisi yayınlamaya başlamıştı. Örneklerini yanımda getirmiştim. Direniş’in mizampajı iyi değildi ama değerli bir yayın olarak değerlendirdi. Daha sonra yönetimini üzerime aldım ve adı da Yazın olarak değişti.
Bunları nasıl yaptığınızı anladığımı söyleyemem ama iyi işler yapıyorsunuz, dedi.
Normaldir. Avrupa ülkelerindeki çalışmayı anlamak için orada yaşamak gerekiyordu.
Teslim Töre yeniyi öğrenmeye her zaman açıktı.
Kafasına uymayana itiraz eder ama tartışma içinde pekala ikna edilebilirdi.
Bu çok iyi bir özelliktir.
Çok sayıda yazı yazdı.
Teslim Töre külliyatı toplansa iyi bir iş yapılmış olur ama insanlar ya da geride kalanlar üretilene sahip çıkmayınca yapılabilecek bir şey kalmıyor.
Topla bütün yazılarını, söyleşilerini; kaç cilt tutuyorsa yayınla hepsini…
Değil mi ama!
Zaman geçtikçe bunu yapmak zorlaşır; bunu da eklemek gerek…
|