göçmen kotası ve bölünmüş politik kimlik PDF Drucken E-Mail
Geschrieben von: Erkiner   
Mittwoch, den 11. Mai 2011 um 18:18 Uhr

Engin Erkiner: Almanya’da Sosyal Demokrat Parti (SPD) partinin bütün yönetim kademelerinde yüzde 15 göçmen kotası uygulanmasına karar verdi.

Partinin üst yönetiminde hiç göçmen kökenli bulunmaması eleştirilere neden oluyordu. Ek olarak, Sarrazin’in milyonlarca satan ve özellikle Türkiye kökenli göçmenlere hakaretler içeren kitabındaki görüşleri nedeniyle partiden ihraç edilmemesi, göçmen kökenli üyeleri ve seçmenleri de küstürebilirdi.

Almanya’da ilk kez uygulanan göçmen kotasının bir amacı da küsenlerin gönlünü almak olsa gerektir. Değişik alanlardaki kota uygulamalarının partilere kota uygulanan gruptan seçmen ve üye kazandırması beklenilen oranda gerçekleşmedi. Kota, parti içindekilerin daha etkin olmasını ve yükselmelerini sağlamakla birlikte, bu durum parti dışında beklenilen ilgiyi görmedi.

Sol Parti’nin (SP) kadın kotası bu konuda iyi bir örnektir.

Sol Parti, daha önceki Demokratik Sosyalizm Partisi (PDS) döneminden başlayarak bütün yönetim organlarında yüzde 50 kadın kotası uyguladı.

SP örneğini daha sonra Yeşiller ve daha düşük bir kotayla SPD izledi.

SP’deki yüzde 50 kadın kotası, kadın üyelerin aktifleşmesi ve partide daha fazla sorumluluk üstlenmeleri bakımından yararlı olmakla birlikte, parti dışındaki kadın seçmende ne oy verme ne de üyelik konusunda belirgin bir yönelim ortaya çıkmadı.

SP programında ve seçim taleplerinde kadınların değişik sorunlarını sürekli vurgular, ek olarak, partide özerk kadın örgütlenmesi de vardır.

Parti, buna rağmen, yeni üyelerini ve seçmenini daha çok erkekler arasında bulmaktadır.

SP’de kadınlar, yönetim organlarında, genel üye sayısı içindeki oranlarının üzerinde temsil edilirler.

Bu durum, parti içindeki kadınlar için yararlı olmakla birlikte, partiye yeni kadın üye ve seçmen kazanılmasında belirgin bir artışa yol açmadı.

SPD’nin yüzde 15 göçmen kotasının da benzer sonuca yol açacağı söylenebilir. (SPD üyeleri arasında göçmen kökenlerin oranı da bu kadardır.)

Parti içindeki göçmen kökenliler için iyi olan bu gelişmenin, SPD’ye belirgin oranda göçmen kökenli yeni üye ve seçmen kazandıracağı kuşkuludur.

Göçmenlerin haklarının savunulması ve onlar lehine uygulamalarla, göçmen kökenli seçmen ve üye sayısının artması arasındaki ilişki eskiden daha doğrudandı.

Türkiye kökenli göçmenlerde ileri boyutlara varmış olan bölünmüş politik kimlik bunun başlıca nedeniydi.

Bölünmüş politik kimlik, kişinin bulunduğu ülkedeki politik tercihiyle gelmiş olduğu ülkeye yönelik politik tercihi arasında önemli fark bulunmasıdır.

Türkiye kökenli göçmenler (Alman vatandaşı olarak oy kullanma hakkını kazanmış ya da kazanmamış olanlar) yıllarca SPD’yi desteklediler.

Türkiye’deki seçimlerde oy kullanma hakları olsaydı, klasik sağ partileri seçerlerdi.

SPD’nin yıllarca Hıristiyan Birlik Partilerine (CDU/CSU) göre göçmenlerin haklarını daha fazla savunması, büyük oranda sağcı olan Türkiye kökenli göçmenlerin SPD yandaşlığının başlıca nedeniydi.

Bu konuda en ters örnek 1980’li yıllarda Fransa’da Strassbourg kentinde yaşanmış ve MHP’li olan bir bölüm Fransız vatandaşı göçmen, göçmen haklarını daha iyi savunduğu gerekçesiyle Fransız Komünist Partisi’ni desteklemişti.

12 Eylül 1980 sonrasında Almanya’ya gelmek zorunda kalan çok sayıda Türkiyeli sosyalist için ise, tersi söz konusudur.

Türkiyeli göçmen kitle genel olarak Almanya’da daha “solcu” iken, sosyalistler daha sağcı olmuşlar ve SPD ile Yeşiller’i desteklemişlerdi.

Bunun başlıca nedeni, solun değişik gruplarının yerlerini dünya solundaki saflaşmaya göre belirlemesidir: TKP’liler Sovyetçi Almanya Komünist Partisi (DKP), Çin Halk Cumhuriyeti ve Arnavutluk Emek Partisi yanlıları ilgili Alman partileriyle ilişki kurarken, Devrimci Yol ise “hem kapitalizmi hem de reel sosyalizmi eleştiren” Yeşiller ile ilişki içinde oldu.

1991’de SSCB’nin dağılmasının ardından bu saflaşma da değişti: DKP çok zayıfladı ve sol bir güç olarak önce PDS, ardından da SP ortaya çıktı.

2000’li yıllarda ise, Türkiyeli göçmenlerin üçüncü kuşağının çalışma yaşamına girecek yaşa ulaşmasıyla birlikte, bölünmüş politik kimlik bir oranda azaldı.

CDU/CSU daha fazla göçmen kökenli üye ve seçmen kazanmaya başladı.

Türkiye’deki seçimlere katılabilecek olsalardı sağ bir partiyi seçecek olanlar, Almanya’da da artan oranda aynı özellikteki partilere yöneliyorlar.

Türkiyeli göçmenlerin SPD alışkanlığı azalarak da olsa sürüyor. Bu partinin yerini artan oranda Yeşiller alıyor.

Türkiye kökenli Almanya vatandaşlarının oylarını daha çok bu iki parti paylaşıyor.

Almanya’da Türkiye kökenli Alman vatandaşı sayısı kabaca 700 bin kişidir.

Bu sayıya bebekler ve çocukların da dahil olduğu dikkate alındığında, oy kullanabilecek kitlenin bu sayının yaklaşık yarısı olduğu düşünülebilir.

Önceki yılların aksine olarak, Almanya’da yükselen bir parti, göçmen kökenliler arasında da yükseliyor.

Buradan hareketle oyları artan Yeşiller’in Türkiyeli göçmen kökenliler arasında da desteğinin yükseleceği söylenebilir.

Almanya partileri arasındaki güç dengesi değişimi yansımasını göçmenler arasında –bir oranda da olsa- buluyor.

SP ise göçmenler konusunda solun bilinen handikapından çıkamamış durumdadır: bir grubun çıkarlarını savunmak, o gruptan yeterli destek alınabileceği anlamına gelmez…

Tıpkı kadınlar konusunda olduğu gibi göçmenler konusunda da kişinin SP’ye oy vermesi için öncelikle solcu olması gerekiyor.

Buradan hareketle SPD’nin göçmen kotasının partiye göçmen kökenli yeni üye ve seçmen kazandırmaktan çok, Yeşiller’e kayışı yavaşlatmaya yarayacağı söylenebilir.

 

 

 

 

 

                       

Zuletzt aktualisiert am Mittwoch, den 11. Mai 2011 um 18:20 Uhr