Engin Erkiner: Sosyalistler önemli sorunlara açıklık getirirken, bunların hayatla ne oranda örtüştüğünü sürekli denetlemek zorundadır. Akla yakın gibi görünen ve yılların alışkanlıklarıyla yapılan açıklamalar, gerçekte kendimizi ikna etmekten başka amaca hizmet etmiyorsa, toplumsal gerçeklikle uyuşmuyorsa, gündüz düşleri görüyoruz ya da gerçeklik duygumuz kaybolmuş demektir.
Ekonomik gücü ve politik ağırlığıyla önemli bir ülke olan Almanya’da sosyalistlerin dikkatle çözümlemesi gereken bir gelişmeden hareket ederek, buradan çıkan sonuçlardan genelleme yapmaya çalışacağım.
Öncelikle belirtilmesi gerekir ki, Avrupa Birliği’nin (AB) motoru olan bir ülke örneğinden hareket edilse bile, her genelleme sınırlı oranda olduğu gibi geçerlidir ve farklı koşullardaki her uygulamasında eklemelere ya da çıkarmalara ihtiyaç gösterir.
Yeşiller’in oy patlaması yaşayarak seçim anketlerinde SPD’ye neredeyse yetişmeleri, Sol Parti’nin ise yüzde 10 civarında çakılıp kalması nasıl oldu?
ANKETLERDE BÜYÜK DEĞİŞİM
Önce Aralık 2010 sonunda yapılan seçim anketlerine göz atalım. Parantez içindeki rakam, 2009 sonbaharında yapılan genel seçimdeki oy oranıdır. Rakamlar yüzde olarak verilmiştir.
CDU 33-35 (33.8)
SPD 25-28 (23)
FDP 3 (14.8)
Yeşiller 19-20 (10.7)
Sol Parti 9-11 (11.9)
Tabloda Liberallerdeki müthiş düşüş ile Yeşiller’deki büyük çıkış hemen görülüyor.
Hıristiyan Demokratlar (CDU) Liberaller (FDP) ile birlikte hükümette olmalarına karşın hemen hiç oy kaybetmemişler. SPD biraz oy kazanmış, Sol Parti (SP) neredeyse aynı kalmış…
Konumuzla ilgili olduğu için CDU-FDP dengesizliğiyle başlayalım.
Teorinin dilini politikaya çevirmede CDU’nun usta olduğu yeniden görüldü. CDU, ekonomik bunalım gereği, bir oranda “solculaştı”. FDP ise teorisini aynen tekrarladı: devlet ekonomiye daha fazla karışmamalıdır. Ölen ölür kalan sağlar bizimdir!
Yukarıdaki tablo şöyle de yorumlanabilir:
CDU oy kaybetti ama FDP’den kayan oylarla bunu dengeledi. SPD de oy kaybetti ama FDP’den gelen oylar ona da yaradı. Yeşiller ise hem FDP hem de SPD’den oy aldılar denilebilir.
Yeşiller, Berlin gibi bazı eyaletlerde SPD’nin önüne geçtiler.
BU NASIL OLDU?
Yeşiller’in oy potansiyelinin hızla yükselmesi üç nedene bağlanabilir:
Birincisi: Sarrazin faktörü. Özellikle Müslüman göçmenlerin bu ülkedeki geleceği konusunda varolan rahatsızlığı açıkça ifade eden kitabı bir milyonun üzerinde satan Sarrazin, SPD üyesidir.
Sarrazin’in partiden çıkarılması teşebbüsü üyelerin tepkisiyle karşılaşınca, geri adım atılmasa bile, süreç yavaşlatılmıştır.
SPD’ye oy veren göçmen kökenli Müslüman Alman vatandaşlarının bir bölümünün Yeşiller’e kaydığını tahmin etmek zor olmasa gerek.
Neden Sol Parti’ye kaymadılar sorusuna; SP göçmenleri ekonomik bir faktör olarak ele alıyor, kültürel yanlarını görmüyor, diye cevap verilebilir. Toplumun yoksul kesimi içinde sayılan Müslüman göçmenler (Türkler, Kürtler, Araplar) hakkında esas olarak iş olanaklarının artırılması, sosyal yardımın yükseltilmesi ve ırkçılık karşıtı bir yaklaşım yeterli olmuyor.
CDU, bu konuda büyük bir değişim göstererek, ülkenin her yanında yeni cami yapılmasını savunmaya başladı. CDU kökenli Cumhurbaşkanı Wullf, tepkileri göze alarak, “Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi Müslümanlık da bu ülkeye aittir” dedi.
İlk Türk kökenli bakan da bir eyalet hükümetinde ve CDU’lu…
Göçmen oylarının bir bölümünün CDU’ya kaydığını yakında daha iyi göreceğiz.
Yeşiller ise göçmen haklarını savunma konusunda ilk olma özelliklerini koruyorlar. En tanınmış göçmen politikacı olan Cem Özdemir, Claudia Roth ile birlikte partinin eş başkanıdır ve bu konumuyla bütün göçmenleri kuşkusuz etkilemektedir.
İkincisi; 2010’da Almanya, tarihinde görülmemiş büyüklük ve militanlıkta nükleer enerji karşıtı gösterilere sahne oldu. Yaklaşık 30 yıl önce bu alanda ilk adımı atan Yeşiller olmakla birlikte, protestolarda hiçbir partinin ağırlığı yoktu. Yine de, protestolar bir partiye yaramışsa, atom enerjine karşı çıkan SPD ve SP’den çok Yeşiller’e yaramıştır.
Üçüncüsü; Yeşiller’e asıl oy patlamasını getiren “Stuttgart ayaklanması”dır. Stuttgart’ın başkenti olduğu Baden Würtemberg eyalet hükümeti (CDU), federal hükümetle anlaşarak, kentin çehresini değiştirecek büyük bir imar projesini hayata geçirmeye çalıştı. Halkın bir bölümü bu projeye karşı çıktı, hükümet ısrar etti. Gösteriler başladı, polisle sert çatışmalar yaşandı. Gösterici kitlesi büyüdü. Başka kentlerde “Stuttgart ile dayanışma komiteleri” kurulmaya başladı. Federal Hükümet projeyi durdurmak ve arabulucu tayin etmek zorunda kaldı. Projeden geri adım atıldı.
Sonuç şudur: Büyük imar projelerinde bölge halkının onayının alınması zorunludur.
Büyük bir kentte başlayan ve ülke çapında önemli bir demokratik sonuca yol açan eylemlerde esas olarak Yeşiller vardı. SP ve SPD katılmakta geç kaldılar.
SP Stuttgart örgütü büyük oranda SPD’den ayrılmış olanlardan oluşur. Farklı partilerde olmalarına karşın aynı politik kültürden geldikleri önemli bir konudaki tutumlarından da belli oluyor. Sendikalar çevresinden gelmişler. Kentteki büyük imar projesinde işçi sınıfı var mı, yok! O zaman neden ilgilenelim, diye düşünmüş olsalar gerektir.
KISSADAN HİSSELER…
Ne yapacağınızı biliyorsanız, ama bunun nasıl yapılabileceği konusunda uygulanabilir bir planınız yoksa, başka bir deyişle, nasıl yapılacağını bilmiyorsanız, ne istediğinizin o kadar da önemi yoktur.
Sosyalistler amaçla gereğinden oldukça fazla uğraşıyorlar ve amacı ne kadar “saf” ya da “kitabına uygun” savunurlarsa, başarıya da o kadar kolay ulaşacaklarına inanıyorlar. Amaca nasıl ulaşılabileceği konusunda yeterince açıklık olmadıktan sonra, amacı daha iyi tarif etmek fazla işe yaramaz.
Buna kısaca, “teorinin dilinin pratiğin diline çevrilmesi” de denilebilir. Kendi başına “doğru teori” fazla anlam taşımaz. Pratiği olmayan ya da uygulanamayan “doğru teori” de olamaz. Burada “doğru teori” değil, kanıtı olmayan ve doğruluk için kanıta gerek de duymayan dini düşüncenin bir çeşidi karşısındayız demektir.
Pratiğin de kendine özgü bir teorisi vardır ve sadece teorinin “doğru” olduğundan hareketle fazla bir şey olmaz. Pratiğin teoriyi gerçekleştirmesi gerekir.
Teorinin dilinin çevrilmesi; nereden ve nasıl başlanacağı, kadroların ve öteki gerekliliklerin hazırlanmasını, kısa ve uzun erimli taktikleri; kısacası bu alanda düşünülebilecek her şeyi içerir. Ek olarak, bunlar başlangıçta saptandıkları gibi kalmazlar, değişirler.
Tek taraflı bir çeviriden söz edilemez. Her pratik, gerçekleştirdiği teoriyi değiştirir. Ona eklemeler ve çıkarmalar yapar. Bu konuda her yeni gelişme tartışmalara ve bazen de kopmalara yol açar. Bu nedenle, amacın geniş tanımlanması önemlidir. Bir kriz döneminde koalisyon hükümetinde olan ve iktidar ortağı Liberaller’i eriterek oy oranını koruyan CDU, biraz “solculaşınca” muhafazakarlıktan uzaklaşmadı. Politik çizgisini geniş tanımlamıştı ve aynı düzlem içinde kalarak koşullara göre konum değiştirebiliyordu.
Bu arada biraz iç gürültü çıkması doğaldır.
Yeşiller’de de benzer bir durum vardır. “Sağ ve sol geçmişte kalmıştır” diyen Yeşiller’de de bazen sert tartışmalar oluyor.
SP’de olan tartışmalar ise hepsinden daha fazladır.
Solun kendisiyle oldukça fazla meşgul olması ve sürekli iç tartışma eylem gücünü azaltıyor. Ne ki, parti içi platformların varlığı tüzük güvencesine alındığı zaman, fazla tartışma da kaçınılmaz oluyor. Hem parti içinde geniş bir demokrasi istemek hem de fazla tartışmadan şikayetçi olmak, olmaz.
Her iyi düzenleme, kendisiyle birlikte daha az iyiyi de getirir. Birisini tutup, ötekini atamazsınız.
Sol Parti solun farklı bileşenlerinden oluşuyor. Kitleselliğin sağlanmasında bu çeşitlilik önemli faktördür. Bu insanlar sürekli tartışmadan ve kendileriyle uğraşmadan nasıl bir arada duracaklar?
Yaşanmış sosyalizm örneğinde de olduğu gibi, iyi özellikleri tutup, olumsuzları atamazsınız. İkincini yaptığınızda birincisi de gider.
Sosyalizmde bürokrasi sadece kötü değil, iyi bir rol da oynamıştır. Kötü tarafını biliyoruz. Ne ki, kaderini sistemin gelişmesine bağlamış olan bürokrasinin, sosyalizmin 20. yüzyılda büyük güç olmasında da önemli payı vardır.
Yapılması gereken, önceki yüzyıl sosyalizminde iç temizlik değil, sosyalizmin değişik özellikleriyle yeniden tanımlanmasıdır.
Örgüt içi demokrasi konusunda ülkemizdeki örnekle Almanya’daki uygulamayı karıştırmamak gerekir. Kavram aynıdır, ama uygulama farklıdır.
Her sol içinden çıktığı topluma benzer. Tartışarak iş yapmaya alışmamış bir toplumdaki sol ile, tartışarak iş yapan bir toplumdaki sol, bu konuda farklı olacaktır.
Almanya solunda bir konuyu sonsuza dek tartışamazsınız. Zaman sınırlaması vardır. Herkes görüşünü açıklar, oylama yapılır ve mesele kapanır. Aynı sorun, farklı bir durum ortaya çıktığında yeniden tartışılabilir. Burada önemli olan, tartışmanın uygulamaya engel olmamasıdır.
Almanya’da demokratik olmaya çalışan Türkiye solundan bazı örneklerde ise tersi bir durum görülür. Tartışma bir türlü bitmez. O kadar uzar ki, iş yapılamaz olur.
Bir örgüt iş göremiyorsa, demokratik olmasının ne anlamı vardır?
Stalinist denilen örgütler bu konuda daha iyidir. Onlar hiç olmazsa yanlış yapıyorlar. Bitmez tükenmez tartışmalara gömülenler ise yanlış bile yapamazlar.
Ekmek ve Özgürlük Dergisi, Ocak 2011, Sayı 14'te yayınlanmıştır.
|