Engin Erkiner: Birinci Diyarbakır, 12 Eylül darbesinden sonraki Diyarbakır Cezaevi’dir. Burada tutuklulara yapılanlara işkence denilemez, işkence sözcüğü hafif kalır. Yapılanlar ancak vahşet olarak adlandırılabilir.
Bu vahşet, cezaevi komutanı Esat Oktay Yıldıran’ın psikopatlığından kaynaklanan bir vahşet değildi. Cezaevinde ne yapılacağı saptanmış ve ardından da bu göreve uygun kişi olarak Yıldıran seçilmişti.
Diyarbakır Sıkıyönetim komutanı, emekli olunca Turgut Özal’a danışmanlık yapan Kemal Yamak idi.
Cezaevinde yapılanların etkisi tutuklularla sınırlı değildi. Yapılanlar duyulsun isteniyordu.
Verilen mesaj şuydu: Söylediklerimizi yapın ve buraya düşmeyin!
Söylenenler neydi: Herkes Türktür. Kürt diye bir halk yoktur. Kürtçe diye bir dil yoktur.
Bunları kabul eder ve ona göre davranırsanız, rahat edersiniz. Yoksa kendiniz bilirsiniz!
Diyarbakır’da sürmekte olan KCK davasında da Kürtlere iletilen bir mesaj var.
Bu mesaj, Diyarbakır Cezaevi’nin mesajından farklıdır.
Köprülerin altından çok sular akmıştır ve artık aklı başında hiç kimse Kürt yoktur, Kürtçe diye bir dil yoktur dememektedir.
Mahkeme Kürtçe savunma yapılmasını kabul etmiyor ve Kürtçeyi bilinmeyen bir dil olarak tanımlıyor.
Mahkeme, Kürtçe yayın yapan TRT-6’yı bilmiyor mu?
Mutlaka biliyor.
Burada iletilmek istenilen mesaj şudur:
Kürtçe televizyonunuz var, Kürtçe kitap, gazete, dergi yayınlayabilirsiniz, Kürtçe dil kursları açabilirsiniz, üniversitelerde Kürtçe seçmeli ders olabilir, Kürtçe kürsüler kurulabilir, ama Kürtçeyi resmiyete sokamazsınız.
Burada resmiyetten kastedilen, Kürtçe’nin devletin dillerinden bir tanesi olmasıdır.
Devlet dairelerinde Kürtçe de konuşulması ve yazılmasıdır.
Kürtçe’nin eğitim dili olmasıdır.
Devlet Kürtçe’nin kullanımına sınır koyuyor ve bunu da KCK davası vasıtasıyla Kürt toplumuna iletiyor.
Devlet, mahkemede Kürtçe ifade verilmesini ve savunma yapılmasını, Kürtçe’nin ülkenin resmi dillerinden birisi olması yolundaki önemli bir adım olarak görüyor ve buna karşı çıkıyor.
Devlet kendisi açısından haksız da değil…
KCK davasında Kürtçe ifade verilmesi ve savunmaların da Kürtçe yapılması kabul edilirse, mahkeme heyeti ne söylenildiğini anlayabilmek için çevirmenlere başvurursa, bunun arkasından gelecek olan bellidir…
Bütün mahkemelerde yeminli Kürtçe tercüman bulundurulması gerekecektir.
Yeminli çünkü Kürtçeden Türkçeye ve Türkçeden Kürtçeye doğru çeviri yapması ve bunun için de gerekli eğitimi görmüş ve sınavlara girmiş olması gerekir.
Bu durumda, resmi işlerde görev alabilecek Kürtçe bilen eleman yetiştirilmesi devletin görevlerinden birisi olarak ortaya çıkacaktır.
Bunun ardından gelecek adım, Kürtçe de bilen hukuk insanlarının yetiştirilmesidir.
Eskiden Kürtçe bilmek bir çeşit dertti. Şimdi ise iyi Kürtçe bilen aranılan eleman durumuna geliyor.
Devlet bunu engellemek ya da en azından olabildiğince yavaşlatmak istiyor.
KCK davasının hukuksuzluğunun yanı sıra, öteki özelliği de, iletilmeye çalışılan “Kürtçeyi resmiyete sokmayacağız” mesajıdır.
|