FRANKFURT KİTAP FUARI VE KÜRTÇE PDF Drucken E-Mail
Geschrieben von: Erkiner   
Mittwoch, den 06. Oktober 2010 um 17:06 Uhr

Engin ErkinerDünyanın en büyük kitap fuarı sayılan Frankfurt kitap fuarı’nın 62.si bugün başladı. Beş gün boyunca yaklaşık 110 ülkeden 7500 kadar yayınevinin katıldığı Fuar’a yaklaşık 300 bin ziyaretçi bekleniyor. Frankfurt Kitap Fuarı’nın asıl amacı, dünyanın değişik ülkelerinden yayıncıları bir araya getirmek ve aralarında yayın hakkı konusunda alışverişi sağlamaktır. Beş günlük Fuar’ın üç günü, bu nedenle, profesyonellere ayrılmış durumda. Fuar sadece son iki gün halka açık…

Fuar’ın asıl amacı kitap satışı değil, telif hakları alışverişinin yapılmasıdır. Yine de ziyaretçiler yayınevlerinden kitap ısmarlayabiliyorlar.

Fuar’ın her yıl konuk bir ülkesi oluyor. Bu ülkenin edebiyatı ve kültürünün tanıtımı için büyük bir yer ayrılıyor.

Bu yılki konuk ülke, Arjantin.

Neredeyse 25 yıldır her yıl Fuar’a giderim. Bunların 13 yılında Yazın dergisi standı olduğu için bütün gün sürekli orada oluyordum. Sonraki yıllarda stand kirası pahalı geldiği için vazgeçtim.

Fuar’a asıl katılım yayınevleri temelindedir. Ülkelerin resmi standları da bulunmakla birlikte, dünyaca tanınan yayınevi standları yanında sönük kalırlar. Örneğin Fransa devletinin resmi standıyla Gallimard’ın görkemli standı birbiriyle karşılaştırılamaz bile.

Benzeri bir durum Alman yayınevleri için de söz konusudur. Suhrkamp, Fischer, Campus ve öteki tanınmış yayınevleri geniş bir alanı kaplar ve son bir yılda yayınladıkları çok sayıda kitabı hem öteki yayınevlerine hem de ziyaretçilere sergilerler.

 

TÜRK YAYINCILIĞININ DURUMU

Yıllar önce Türkiye standı tam bir rezaletti. Tanınmış bir yayınevinin kapladığı alanın yarısından küçük bir alana konulmuş Atatürk fotoğrafı, bol miktarda bayrak ve Atatürk ile ilgili kitaplardan ibaretti.

Daha sonra Türkiye standına biraz özen gösterilir oldu. Ne ki, stand görevini bu kez Turizm Bakanlığı üstlenmişti. Stand da ülkenin tarihi ve turistik yerlerinin fotoğrafları ve bunlarla ilgili kitaplarla doluydu.

Ardından durum biraz değişti. Fuar’a katılma işini –nihayet- Kültür Bakanlığı üzerine aldı. Türkiye standı bu kez ne için sergilendiği belli olmayan bir sürü kitapla doluydu. Amaç Fuar’ın amacına uygun faaliyet göstermek değil, ziyarete gelen Türklere hitap etmekti.

İki yıl önce Türkiye Fuar’ın konuk ülkesi olunca uzun uzun propaganda masalları dinledik. Türk edebiyatı artık dünyada tanınacaktı. Kültür Bakanlığı Türkçe edebiyat yapıtlarının başka dillere çevrilmesi için büyük bir fon ayırmıştı ve edebiyatımız da –inşallah- adını dünyanın her yanında duyuracaktı.

Orhan Pamuk’un Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanması bile durumu pek kurtarmadı. Türkiye, Kürtlere ve Ermenilere yakınlık gösteren bir yazarı Nobel aldığı için üzülen bir ülke olarak tarihe geçti!

Kültür Bakanlığı birkaç yıldan beri Fuar’a katılmayı ya Yayıncılar Birliği’ne veriyor ya da onunla birlikte faaliyet gösteriyor.

Yıllar sonra öğrenilmekle birlikte doğrusu da bu zaten. Fuar’da devlet değil yayıncılar ön planda olmalıdır.

Yayınevlerinin büyük bölümü yıllardan beri devletten geçinmeye alıştıkları için standları Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı’nın büyük standı içinde yer alır. Yer kirasını devlet öder. Fuar’a katılan bazı kişilerin yol ve otel masraflarını da devlet karşılar.

İki yıl önce Türkiye’den yol, otel ve harcırahları karşılanarak çok kişi Fuar’a getirilmiş, palavrayı pek seven basınımız da “Türkiye’nin konuk ülke olduğu Fuar’da izdiham” başlıkları atmıştı.

“İzdiham istiyorsan Alman yayınevlerinin olduğu bölüme git, yürümek mümkün değil” diyenler olduysa da, duyan olmamıştı…

Türkiye’nin kitap fuarına katılımı kısaca “Türk’ün Türk’e propagandası” olarak tanımlanabilir.

Masrafları devlet tarafından karşılanan bazı yazarlar gelirler, Türkçe yapıtlarından az sayıda Türk izleyiciye yönelik okumalar yaparlar. Dinleyiciler arasına bazen tek tük Türkçe bilen Almanlar da katılır.

İki yıl önce Türkiye standında verilen Almanca bir konferansa katılmak talihsizliğine uğramıştım. Konuşmacı Goethe’yi anlatıyor, az sayıda Alman da sıkıntıdan ne yapacağını şaşırmış durumda oturuyordu.

Almanya’da Almanlara Goethe anlatmak! Böylesine parlak bir düşünce sadece bizim aklımıza gelir!

 

YA KÜRTÇE’NİN DURUMU?

Kürt yayınevlerinin durumu yukarıda anlattığım tablodan daha da kötü. Bir bölüm yayınevi Kültür Bakanlığı standında Türkçe yapıtlarla yer alarak Fuar’a katılır. Bunun dışında Mezopotamya Yayıncılık’ın standı vardır. Önceki yıllarda bir dönem KOMKAR da Fuar’a katılmıştı. Bu kadar!

Bazı Kürt yazarlar Mezopotamya Yayınevi’nin standında okuma yapar, okurlarla sohbet ederler. Bunlar iyi şeyler kuşkusuz ama yapılanın –Türkiye örneğinde olduğu gibi- kendi kendine propaganda yapmanın ötesine pek geçmediği de ortada.

Kürtçe yayıncılığın sorunları Türkçe yayıncılığa göre oldukça fazla…

Frankfurt Kitap Fuarı dillerin bir araya geldiği bir fuardır. Her biri üçer katlı dokuz büyük binaya yayılmış olan Fuar’ı dolaştığınızda belirli dillerin egemenliği hemen görülür: İngilizce, İspanyolca, Fransızca ve Almanca… Bunlar dünya dilleridir. Az çok önemli herhangi bir yazı ya da yapıt bu dillerden en az birisinde yayınlanmıştır ya da bu dile çevrilmiştir.

Bir dil için en büyük sorun şudur: Dünyada kendinize nasıl yer açacaksınız?

Anadolu Türkçesi bunun için yıllardan beri çabalıyor ve pek ilerleme gösterdiği de söylenemez. Harcanan onca çabaya karşın herhangi bir ülkedeki edebiyatseverin bildiği ancak üç isim var: Nazım Hikmet, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk. Bunların dışında çok sayıda Türkçe yazan yazar değişik dillere çevrilmiş olmakla birlikte, dünya çapında tanınmaları söz konusu değildir.

Türkçe yazan yazar diyorum, çünkü yazarı yazar yapan kullandığı dildir. Kendisi o dilin milliyetinden olmayabilir, işin bu tarafı daha az önemlidir.

Örneğin Cengiz Aytmatov Rusça yazmış ve bu dil aracılığıyla tanınmış bir Kırgız yazarıdır.

Çoğu kişi onu Rus olarak bilir, ama değildir.

James Joyce İrlandalıdır, ama İngilizce yazmayı tercih etmiştir.

Kürtçe asıl büyük savaşını burada verecek…

Türkiye’de de artık kendisini kabul ettiriyor. Irak’ta bu kabul yıllar önce gerçekleşmişti. İran ve Suriye’de de var Kürtçe… Ama asıl soru şudur:

Kürtçe, Ortadoğu’da kendisini kabul ettirmiş bir dil olarak mı kalacak? Yoksa yazarlarıyla ve yapıtlarıyla daha geniş bir alanda kendisine yer açmaya mı çalışacak?

Türkçe ve Arapçanın yanında bölgesel bir dil olarak mı kalacak, yoksa daha geniş bir alanda kendisini duyurmaya mı çalışacak?

Arapça büyük bir dildir ama sonuçta bölge dilidir. Dünya edebiyatında Necip Mahfuz’dan başkasını bulamazsınız. Avrupa edebiyatına girişte Türkçe, Arapçadan ileridedir.

Hiç olmazsa her Frankfurt kitap Fuarı’nda her Kürt yazar ve yayıncının kendisine bu soruyu sorması gerektiğine inanıyorum: Kürtçe ne yapacak? Kendimizi bölgede kabul ettirmekle mi kalacağız, yoksa daha ilerisi için çaba mı harcayacağız?

Soru önemli, çünkü kültürel alan uzun vadeli çalışmayı gerektirir. Şimdi büyük bir enerjiyle başlarsanız ve her şey de yolunda giderse, sonucu en erken on-yirmi yıl sonra alırsınız.