12 EYLÜL VE "AĞLAYAN İP POLİTİKASI" PDF Drucken E-Mail
Geschrieben von: Erkiner   
Dienstag, den 20. Juli 2010 um 18:19 Uhr

Engin Erkiner: 12 Eylül denilince akla iki tarih geliyor: 12 Eylül askeri faşist darbesi ve bu yılın aynı gününde yapılacak olan “Anayasa referandumu”…

Başbakan Tayyip Erdoğan, referandumda evet oyu kullanılması için propagandaya, 12 Eylül darbesi ardından idam edilenlerin son mektuplarını okuyarak başladı ve bu arada da çok duygulandı ve ağladı. Başbakan’ın propaganda konuşmalarının özellikle İtalya ve Fransa politikacılarını izleyen kişilerce hazırlandığı belli oluyor. Konuşmak yetmez… Akılda kalacak bir eylem (mektupların okunması), duygusal dozu yüksek bir tutum (ağlamak) ve buradan hareketle konuyu esasa bağlamak (12 Eylülcülerin Anayasasına karşı hayır oyu verin!) gerekir.

Fransa’da Sarkozy, İtalya’da Berlusconi bu tür numaraları sıkça kullanırlar.

Genel kural: etkili bir örnek bulmak ve buradan genelleme yapmaktır.

Başbakan’ın yapmaya çalıştığı da budur!

Ülkemizde politikanın günlük yapıldığı, kısa süre önce yapılanların ise genellikle unutulduğu bilinir. Ne ki, bu durum, kısa süre önce ne yapıldığını hatırlatanlar çıkmayacaktır anlamına gelmez.

Başbakan Erdoğan, kısa süre önce, MHP Başkanı Devlet Bahçeli ile tartışmasında, “Öcalan’ın idam edilmemesi sizin döneminizde oldu” dememiş miydi?

Bunu neye karşılık olarak söylemişti?

Bahçeli, her zamanki demagojik üslubuyla, “Öcalan idam edilirse çatışmaların duracağını” gündeme getirmiş, Başbakan da kendisine böyle bir cevap vermişti…

Gerçekte vermesi gereken cevap şöyle olmalıydı:

“Bu ülkede idam cezası kaldırılmıştır ve her fırsatta bu cezanın yeniden konulmasını istemek yanlıştır. İdam cezasının çatışmaları engelleyemediği hem 12 Mart ve hem de 12 Eylül sonrasında yeterince görülmüştür.”

12 Eylül sonrasında idam edilenlerin son mektuplarını okuyan bir Başbakan’ın böyle konuşması gerekirdi.

Ama ne gezer!

Başbakan’ın hiçbir değeri yerine oturmamış!

Ne insan hakları, ne idama karşı olmak, ne Kürt halkının hakları ve ne de genel olarak demokratik haklar…

O’nun için değerlere sahip olmanın tek kıstası bulunuyor: ne kadar işe yararlar!

12 Eylül’ün idamlarını kınamak referandumda işime yarayacaksa, bunlara karşı olurum; yoksa, beni hiç ilgilendirmez!

Benzer bir politikayı “Kürt açılımı”nda da görmüştük…

Ne Başbakan’ın ne de kabinenin kayda değer hiçbir planı yoktu. Olayların akışına göre yön belirliyorlardı.

Sorun, Kürt halkının demokratik haklarının tanınması değildi…

ABD’nin Irak’tan çekilmeye başlamasıyla bölgede Türkiye için önemli bir fırsat doğuyordu. Bu fırsatı değerlendirmek için de “Kürt açılımı” gerekliydi.

Açılım’ın ardındaki mantık tamamen böyleydi.

Ve bu faydacı mantık bile doğru dürüst bir plana dayanmıyordu…

Bir yıl süren Açılım sürecinde bir o yana bir bu yana savrulmaları, birbiriyle çelişkili uygulamalara yönelmeleri bu nedenledir.

Bunlar böyledir!

İşlerine öyle geldiğinde 12 Eylül’ün idamlarına ağlarlar, işlerine başka türlü geldiğinde Devlet Bahçeli ile “idam ipi” tartışmasına girerler…

Takiyyecilikte bile biraz olsun ilke olur ama burada o bile bulunmuyor.